Geçirdiği vahim kaza sonrası yaptığı muhteşem resimlerle ve özellikle otoportreleri ile büyük bir üne sahip olan Frida Kahlo’nun, popüler kültürün yüzlerinden biri olması elbette beklenen bir durumdu.
Fakat her zaman, O’nu anlamakla sevmek arasında incecik bir çizgi vardı..
Diego ise hep tam ortadaydı: Anlamak, sevmek fakat her şeye rağmen aldatıp terk etmek!
Meksikalı bir kız çocuğuydu Frida.
Altı yaşındayken çocuk felci geçirdiğinde O’na “tahta bacak Frida” diyorlardı.
Babası dışında kimseyi sevmiyordu O da.
Doktor olmayı hayal ederken, 18 yaşındayken; bindiği otobüs tramvayın altında kaldı. Vücudunun her yerinde onlarca kırık oluştu. Doktorlar sadece “ölür” dediler.
4 sene yatağa çivili kaldıktan sonra, yaşayan resimler çizmeye başladı Frida.
Onun yaptığı portreleri resmetme yeteneğine sahip değilim.
Picasso
Daha sonra, yaptığı tabloları geliştirmek için o dönemin en ünlü ressamlarından Diego Rivera’nın yanına gitti. Bütün çalkantılar ve psikanaliz bulantıları, işte o gün başladı.
“RENGİ GİYEN KADIN, RENGİ GÖREN ADAM”
Köprücük kemiğine kadar kırıklarıyla baş edebilmiş güzel ressam, kalp kırıklıklarını da büyük bir çabayla tamir etmek zorunda kalacağının çoktan farkındaydı. Çünkü Diego, kendi deyimiyle, bir kadını ne kadar çok seviyorsa o kadar çok üzüyordu ve Frida, bu iğrenç huyun en bariz kurbanıydı..
Rengi giyen kadın. Rengi gören adam. 1922 yılından beri. Hep ve daima.
Annesi, bu ilişkiyi asla kabul etmiyordu. Kızının üzüleceğini düşünüyordu. Öyle de oldu.
Üç kere hamile kaldı Diego’dan.. Kazadan dolayı rahminde oluşan hasardan dolayı, bebeklerini hep, daha doğmadan kaybetti.
Kendini suçladı. Kendini kabul etti. Kendini sevdi ve kendinden nefret etti.
Kadınlığıyla duyduğu gururu zaman zaman esir etti.
Bu adeta, bir ressamın ruh anatomisiydi.
Aşk, hep böyle buhranlı bir şey miydi?
Kanlar içinde kaldığımda beyaz çarşaflar üzerinde, bana nasıl acıyarak baktığını gördüm. Nasıl korktuğunu, ölmemden. Sırf bundan ölmedim ben Diegom. Sen acı çekme diye. Ve beni terk ettiğinde, o kanlar içinde kaldığım günkü acı dolu bakışlarına sığınarak, acılı mektuplar yazdım sana. Çaresizlik kokan, kadınlık onurumu ayaklar altına aldığım mektuplar yazdım. Bana acı ve geri dön istedim. Buna bile razıydım sevgilim.
“BİR FİL İLE BİR KUMRU”
Hatta öyle ki anne Kahlo, “Frida ile Diego’nun evliliği bir fil ile bir kumrunun arasındaki birleşmeye benziyor” diyordu bu aşkı açıklarken.. Babasını bile hiçe saydı Frida aşkı uğruna. Çünkü Diego, Frida’nın fili olamazdı hiç. Diego, O’nun kurbağa gözlüsüydü.
Çok aşık, çok mutsuz, çok umutluydu. Fikirlerinde çok özgür, duygularında çok bağımlıydı. Devrimci, özgürlükçü ve sanata aşıktı. Fiziki özelliklerinden hiçbir zaman rahatsızlık duymayan ve doğallığından ödün vermeyen ressam, büyük aşkıyla kendisinin yan yana olduğu resimler de çizdi.
ALDANMAYI DA, GİTMEYİ DE KENDİ SEÇTİ
Diego, Frida’yı defalarca aldattı. Başka başka kadınlarla onlarca kez birlikte oldu.. Her eve dönüşünde, Frida büyük bir acıyla O’nu bekliyordu. En önemlisi, kendini aldatan bu adama bile isteye aldanıyordu.
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Acılar içinde kıvranan bu kadın, kız kardeşiyle aldatıldıktan sonra, o evi terk etti.
Diego mu? Diego O’nu çoktan terk etmişti.
Gözleri kurbağanınkine benziyor. Cildi bir deniz anası gibi yeşilimsi beyaz oluyor.
Diego’ya kocam diyemem..
O kimsenin kocası olamaz.
Frida, alkolü bırakabildikten sonra, başka biriyle evlendi.
Fakat evlendiği adamı hiç öpmedi.
Ah, Diego.. Bana dünyanın en büyük acısını yaşattın sen. Gün be gün öldüm seni sevmeye başladığım ilk andan itibaren.
Ölümsüz tablolarının yanında, ters giden her şeye ruhu titreyinceye dek direnmesiyle ölümsüz kıldığı aşkını iliştirip; kadın gücünün de temsilcisi oldu.
Çünkü, o Frida Kahlo’ydu. Yaşamayı bırakmadı hiç.
O’nu bırakmadığı gibi..
Ama sevgilim, bir daha gelseydim dünyaya yine seni severdim… Canlı canlı çürüyeceğimi bilerek!