Ayaklı Meyhaneler İstanbul’a has, çok özel bir olgu. Ayaküstü içki geleneğinin Osmanlı kültürüne uyarlanmış hali de denebilir. Ne zaman ortaya çıktıkları net olarak bilinmiyor… Rivayetler var tabii ama hiçbirinin kesinliği yok. Evliya Çelebi, onlara Piyade Meyhaneciler ya da bir başka tanımla, Ayaklı Meyhaneler demiş.
Rakı satıyorlar ve yasal olmadıkları için gizli çalışıyorlar. Dükkanları yok ve İstanbul genelinde aşağı yukarı 800 kişiler bu Ayaklı Meyhaneler. Müşterileri genellikle kayıkçı, hamal, tellak gibi fakir emekçiler ile büyük şehrin baldırı çıplakları.
ESNAF-I MEYHANECİYAN-I PİYADE
Bu “neferler” 20. yüzyılın başlarına kadar varlıklarını sürdürmüşler İstanbul’da. Bu konudaki en önemli kaynak; Reşad Ekrem Koçu. Onun deyimiyle dükkanı, tezgahı, fıçısı, sakisi ve garsonu bizzat kendisi olan kişiler bunlar. Tanınmak için omuzlarına bir peştemal asıyorlar.
Bu işareti gören ve göz göze gelen müşteri ile anlaşırlarsa ya tenhaya ya da meyhanecinin tanıyıp güvendiği bir dükkana gidiyorlar. Meyhaneci burada uzun bir koyun bağırsağına doldurup kuşağının altına gizlediği rakı veya şarabı, cübbesinin içine gizlediği kadehe dolduruyor.
Bağırsağa bağlı olan musluktan gelen içki hem meyhanecinin vücut ısısıyla ısınıyor, hem de bağırsağın içinde olmanın etkisiyle sararıyor.
İçki, Tas-ı Arak ya da Leylek Boynu adı verilen kadehten içiliyor. Eğer tenhada iseler ve meyhaneci müşterisini sevmişse, meze olarak ona birkaç leblebi ikram ediyor. Meze yoksa, tekini atan elinin tersiyle ağzını siliyor. Buna da Yumruk Mezesi deniyor.
Rivayet odur ki; bu meyhanecilerin çoğu Ermeni. En çok Bahçekapı, Galata civarı ve Yemiş İskelesi etrafında dolaşırlarmış. İç Gömleği terimi de bu kültürden geliyor olabilir. İçki, bir meyhanenin sıcak ortamında değil de ayazda, deniz kenarında veya mal indirirken içildiyse böyle tanımlanması da çok doğal olmuş.
Kaynaklar: Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cilt: I / Reşad Ekrem Koçu – İstanbul Ansiklopedisi