Ömrünün yarısını cezaevinde geçiren büyük üstad Nazım Hikmet o süre boyunca Vera, Piraye, Kemal Tahir ve Orhan Kemal’e yazdığı mektuplara bir bakalım.
Nazım Hikmet’den Orhan Kemal’e
Râşid evlâdım,
Mektubunu aldım. Bundan önce de gönderdiğin hikâye kitabını ve dergileri almıştım. O hikâyeler dergisinin başka bir sayısı daha elime geçmişti. Sana sevinilecek iki şey söyliyeyim mi? Bazı teknik kusurlarına rağmen o kitaplardaki hikâyelerin hemen hemen hepsi güzeldi, vaadediciydi. Bugünkü hikâyeciliğimiz ana hattında gayet doğru bir yol tutmuş. Bu bir. İkincisine gelince, içlerinde en güzeli, en kusursuzu, hele bir tanesi küçük bir şaheser, senin hikâyelerdi. Ellerin ve gönlün nur olsun Raşid. Beğendiğin fotoğrafa gelince, iki üç yıl önce çekilmiş bir resimdi. Nerden ve nasıl ellerine geçmiş bilmiyorum. Zaten yalnız fotoğraf değil bana söylediklerin bir çoğu için de aynı şaşkınlık içindeyim. şaşkınlık ve öfke. Her ne hal ise. Sabır ve tahammül gerek. Çıkmak bahsine gelince hiç ummuyorum. Buna da her ne hal ise. Torunlarımı, gelinimi ve seni hasretle kucaklar beni mektupsuz bırakmamanı reca ederim canım kardeşim.
Nazım Hikmet’ten oğlu Memet’e
Memet, oğlum, Annenin mektubunu aldım. Cevabını verdim. Buraya gelmesini rica ediyorum. Bu son ricamdır. Bu, hepinizden son ricamdır. Kendisine bundan önce yazdığımı tekrar edeyim: gelmezse, beni sen de, Suzan da, annen de yalnız manen değil – sizin için manen değil – maddeten de ölmüş bilin. Bir daha hiçbirinizin başını ağrıtmam, rahat edersiniz. Çünkü ya ben derdimi anlatamıyorum, yahut siz, annen, sen, Suzan anlamıyorsunuz. Emin olun ki başkaca imkanım olsaydı bunları dahi yazıp kıymetli zamanlarınızı benim için harcamanızı isteyecek kadar küstahlık etmezdim. Hazırladığın imtihan tezlerine gelince, geçen mektubumda da yazdığım gibi, sen onların tercümelerini yolla, yani aslından yaptığın tercümeleri, ben onları artık düzeltebilirim. Fransızcası istemez, bu kadarını görmek kafi geliyor. İşte böyle.
Nazım Hikmet’ten Piraye’ye
“Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım, yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber yan yana bakacağız… Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol!”
Nazım Hikmet’ten Kemal Tahir’e
“Kemal’ciğim, Mektubunu aldım. Kısaydı. Ama mükemmeldi. Benimki de kısa olacak. Fakat mükemmel olacağını zannetmiyorum. Tevazu değil, bilakis. Gurur. Mükemmel ve kısa mektup yazamayacak kadar, hatta sana ve hatta Piraye’ye, kendimi ikinizin yanında ve ikinize de söylenecek tek sözü olmayan adam halinde hissediyorum. Yan yana olsaydık. Ne konuşacaktık? Hangimiz ağzımızı açarsak ötekimiz ne söyleyeceğini bilecekti. Aynı şeyi düşünmek insanları sükuti yapıyor. Hey anam hey, hay canına! İçimden birdenbire böyle bir nara atmak geldi. En aşağı yüz bin ağızdan söylenen çok kalın sesli bir şarkı söyleseler de ben de bağıra bağıra katılsam aralarına. Bir zamanki şiirlerimin hayalleri, imajları farkına varmadan kalemin ucuna geliyor, yani aklıma geliyor. 19 yaşındayım. 19 yaşım… Sana bu hafta beş lira yolluyorum. Mecmua filan da göndereceğim. Şiirleri, daha doğrusu uzun yazıdan ilk kısımları şöyle bir müsait zamanda ince ince temize çekip sana gönderirim. Piraye için yazdığın cümle bir ihtilal avazı gibi harikuladeydi. Bugünlerde Piraye yengen gelecek. Ne tuhaf, farkına varmadan yeni harflere dökmüşüm işi. Sağ ol. Başkaca yazacak sözüm yok. Herkesin selamları.”
Nazım Hikmet’ten Piraye’ye
Canını karıcığım,
Ne acı, ama acılıklarıyla bana ne kadar yakın, beni ne kadar seven mektuplar yazıyorsun. Hani ağlarken güleceğim, sevincimden, bahtiyarlığımdan kahkahalarla gülesim, gülerken ağlayasım geliyor, senin yanı başında dertlerine, kederlerine bıçakla keser gibi son veremediğimden ötürü ağlayasım, hiddetten, gazaptan, gözyaşlarımı belli etmeden ağlayasım geliyor. Biz birbirimizi ne güzel, ne derin, ne kadar bahtiyar, ne kadar bedbaht, ne kadar mutlu seviyoruz. Yepyeni ve çok güzel bir dünyanın insanları gibi sevişmesini bildiğimiz kadar, bugünkü bedbaht dünyanın insanları gibi de sevişmesini biliyoruz. Senden ve kendimden dehşetli memnunum, seninle ve kendimle övünüyorum.
Sevmek seni karıcığım, daha çok daha çok sevmek, sevmek seni yine sevmek, yine sevmek! Ah bir tanem, ah sevgilim, ah Hatçem. Çocuklarımı kucaklarım, kaynanamın ellerinden öperim. Senin dudaklarını öperim karıcığım.
Nazım Hikmet’ten Vera’ya
“Lanet olsun, ne muazzam şey seni sevmek! Sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. Canım, bir tanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden…”