Başlıkta da belirttiğimiz gibi çiçekli, rengarenk düşleri, umutları, yarınları olan, ruhunu hala sokaktan ve yollardan alan bir grup düşünün: bu müzik grubunu dinlerken kendinizi mavinin özgürlüğünde hissedeceksiniz..
- Dinleyiciler, Yol’a Düş grubunda neler buluyorlar? Sizin gittiğiniz sahne, mekan ve şehirlerde aranızdaki frekans bağı nasıl kuruluyor, nasıl tepkiler alıyorsunuz? Biraz Yol’a Düş grubunu tanıyalım istiyoruz.
Yunus Karabulut: Alican ile dostluğumuz 10 yılı geçiyor. Müzik aşkı ile yanan iki genç sonrasında bu aşkı birlikte büyüten, beraber türküler söyleyen bir durum ile kendi kabına sığamaz hale geldiğinde neler yapabiliriz sorusunu sorduk. Kendimize hem dert, hem derman oluyoruz. Ve bu burada kalmamalı dedik. Müzik sadece müzik değildir esasen. Bir şeyleri haykırma da, bir şeyleri ortaklaşma da, dertleşme de ve hatta derdini büyütmek de var işin içinde… Lokman hekim misali; hem acı var, hem derman var. Bu buraya sığmadığı için, dert ortağımız artıkça bunu bir şekilde büyütmemiz lazım, yaymamız lazım. On dokuz yaşlarında sokak müziği ile dert ortaklığını büyütme adımını atmış olduk. O da yetmedi! Planlı olmadığı halde destekleyici faktör oldu. Öyle bir hayat ki; edebiyat, müzik ve sanat yüreğe dokunuyor, acısını hatırlatıyor insana… Hatta bizim kederlerimize baktığımızda daha çok acıları hatırlatıyor. Ve yalnız olmadığını hissettirdiği için dertleşiyoruz dolaylı olarak. Yol da bizi “Yol’a Düş“e götürdü götürdü plansız… Parmak izi gibi herkeste ayrı bir meziyet var. Bunu biz büyüte büyüte yola düştük, çiçekli, umutlu ve rengarenk bir şekilde ilerliyoruz.
Alican Özveren: Yunus aslında özetledi her şeyi. Yol’a Düş grubunun dinleyicisi ile “arkadaş” olmak gibi bir misyonu var. Biz yaptığımız işe “iş” olarak bakmıyoruz “aşk” olarak bakıyoruz. Ve bu yüzden onlarca dostluğu kazanmamıza sebebiyet veriyor. Tatile bile birlikte gittiğimiz arkadaşlarımız oluyor. Hatta konser sonrası buluşmalar organize ediyoruz özellikle meşk etmek için. Yuvarlak bir masanın etrafında oturup sohbet ediyoruz. Türküler bizim, coğrafya bizim! Yol’a Düş grubu asla ulaşılamaz bir yerde değil; canı, yürekten sarılabileceği bir yerdeyiz mesajını veriyoruz. Çünkü bu hayatı böyle yaşıyoruz ve böyle öğrendik. Birleştirici güç olarak sevgi ile bağlanması en temel duygumuz ve bu bağlamda bütün dinleyicilerimize ayrı ayrı teşekkürü borç biliyoruz.
“Yaptıklarımız; aşkın, umudun, barışın ve kardeşliğin eserleri…”
- Siz, yaptığınız çalışmalarla kendilerini bulmalarını, kendilerinizi medite etmelerini sağlıyorsunuz ve aslında yarenlik yapıyorsunuz.. 24.05.2018 tarihinde; çiçekli, umutlu bir Yol’a Düş’tük, yarınlar için… Birinci yılını tamamladı. Evveliyatı uzun yıllara dayansada 10 yıl sonra Yol’a Düş grubunu nerede görmek istiyorsunuz?
Alican Özveren: Çok planlı, programlı, uzun vadeli hedefler yapmıyoruz. En temel derdimiz şu an mevcut durumda olan çemberimizi, bizi seven, dinleyen ailemizin daha da genişlemesi. Sesimizi ulaştırabildiğimiz kadar ulaştırmak, bu yolda beraber yürümek.
Yunus Karabulut: Doğrudan şu olacak diye bir hedef koymadık. Yaptığımız, söylediğimiz eserler; aşkın, umudun, barışın ve kardeşliğin eserleri… Kendi eserlerimizde bunlara daha sık rastlayabiliriz. Bunlar da zaten uzun vadeli, asırlık kavramlar. Bundan on yıl sonra da aynı duruş ile devam etmiş olmanın derdi. Kabalığın olmadığı, daha naif duyguların kol gezdiği bir anlayışın büyümesi. Daha çok yaren kavramı yani…
- Kanaviçe gibi bu motifilerle işliyor olacağız. Amatör ruh, profesyonel iş mantığında gidişata göre şekillenecek diyebiliriz o zaman…
Kliplerinizde sinema teması kullanıyorsunuz ve eserleriniz ile çok paralel. Bu fikir nereden ve nasıl çıktı? Biz Alican ve Yunus’u klipte görecek miyiz?
Yunus Karabulut: Bizim görünmek gibi bir derdimiz olmadı. Eserlerimiz ile görüntünün senin de dediğin gibi paralel olmasını sağlamak amacındayız. Ama teliften ve sahiplerine ulaşmak zor olduğundan artık koymuyoruz.
Alican Özveren: Duygu yüklü, anlamlı şarkılar olduğu için biz oynasak belki onu yansıtamayacağız. Kimse muhtemelen yorumcu ya da sanatçıyı görmek istemiyor. O yüzden bu temanın şarkılarımız ile iç içe geçtiğini düşünüyoruz.
- Özgün müzik ya da THM olmasaydı, biz Yol’a Düş grubunu hangi tarz söylüyor olarak bulurduk?
Yunus Karabulut: Benden bir şey çıkmazdı! 🙂 Ben bağlama çalıyorum.
Alican Özveren: Aldığımız kültürle ve yetiştirilme tarzıyla alakalı aslında. Yetiştiğimiz ortamda hangi radyo çalıyorsa muhtemelen müzik tarzımız da ona göre evrildi… Çünkü bizim evde bulunan radyoda hep türkü çalardı. Ben Tokatlıyım, Yunus Sivaslı ve o yörede dinlenen müzik tarzları bellidir. Bu bizim özümüz olduğu için öyle evrildik. Müzikal anlamda belli bir noktadan sonra, başka bir şey de yapmak istiyor insan tabii… Başka müzik tarzları da dinlemeye başlıyorsunuz. Ben Blues, Jazz çok severim mesela. Yaptığım bestelerden THM ya da özgün müzik çıkmıyor. Bestelerimden daha alternatif besteler çıkıyor. Daha çok batı müziği gibi…
Yunus Karabulut: O zaman ben devreye giriyorum. Oradan çık bu tarafa gel diyorum!
“Sihirli bir değneğimiz yok ama müziğimiz var!”
- İkinci bir şansınız olsa; neyi değiştirmeyi ya da sil baştan yaşamayı isterdiniz?
Yunus Karabulut: Bu genel çağrımıza paralel bir durum. Sihirli bir değneğimiz yok ama müziğimiz var! Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Kavganın, savaşın, nefret söyleminin olmadığı, sevgiden, barıştan, güzellikten ve umuttan yana olan bir hayatı yeniden kurmak isterdim mesela. Ama sihirli değnek ile kurulan hayat ne kadar değerli olurdu onu bilmiyorum… Bunu böyle ilmek ilmek dokumak daha değerli ve kalıcı olurdu kanaatimce.
Alican Özveren: Yunus’un da dediği gibi her konserimizde barış güvercini ile bitiriyoruz. Bütün insanlara barış söylemini yansıtmak istiyoruz ve bunu çok seviyoruz. Dünyada savaş olmasın, barış olsun en büyük temennimiz. Bir şeyleri değiştirmek isteseydim, bir savaş dönemini tarihten silmek isterdim.
- Neden “Mavi” türkü? Elbette “Mavi” bir düşünceyi, özgürlüğü, hayali çağrıştırıyor, doğru… Mavi Türkü’yü dinlediğimizde aldığımız lezzet de muazzam. Çıkış noktasıyla, geldiği nokta aynı mı?
Yunus Karabulut: Biri gökyüzü, biri okyanus. İkisi de sonsuz. İçine bir çok şeyi sığdırdığımız düşsel bir renk. Böyle bir rengin içinde geçtiği türkü ile anılmak, insanlara düş katması. Olumlu ya da olumsuz düş güzeldir. Günümüz çağında insanlar neredeyse düş kurmadan yaşıyorlar. Hayat hengamesi içerisinde bir sürü faktör var. Düş altında bir şeyler katabildi isek ne mutlu bize…
Alican Özveren: Mimarları olan Murat Kalaycıoğlu ve Ali Asker üstadlarımıza çok minnettarız, teşekkür ediyoruz böyle bir eseri oluşturdukları için. Mavi, umudu temsil için; bilirsiniz ki umutsuz da yaşanmıyor…
- O zaman ismiyle müsemma bir ruha sahip diyebiliriz... Örnek aldığınız isim ya da grup var mı? Size rol model olan…
Yunus Karabulut: Benim doğrudan bir isim vermem doğru olmayacak ama bu tarzda birçok isim var. THM ve özgün müzik tarzını ortaya koyan, içini dolduran çok üstadlarımız var. Tek bir isim söylemek ayıp olur.
Alican Özveren: Çok geniş yelpazeye sahip geçmişi olan bir tarz… Türk halk müziğinde; Pir Sultan Abdal, Mahsuni Şerif, Aşık Veysel, Neşet Ertaş! Özgün müzikte Ahmet Kaya‘ya kadar bir yelpaze var. Ben bencillik yapmak istiyorum açıkcası 🙂 Mahsuni Şerif aşığı olarak, onu liste başı tutarak keşke dedem olsaydı diyorum. Onun bakış açısıyla sosyal sorunları bestelemiş, dile getirmiş, yazmış biri olması ben de “asrın ozanı” konumunu elde ediyor. Hatta bir anısında; yıl 1972; Mahzuni Şerif, elinde sazı, Sivas’ın Sivrialan köyüne Aşık Veysel’i ziyarete gitmiş… Aşık Veysel’e, Mahzuni’nin geldiğini söylemişler. Mahzuni içeri girince Veysel Baba ayağa kalkmış. Yanındakiler şaşırmış: Çünkü Aşık Veysel o tarihe kadar kimseyi ayakta karşılamamış. Veysel Baba’ya neden Mahzuni’yi ayakta karşıladığını sormuşlar. Veysel Baba’nın cevabı çok açık: “Gelen Pir Sultan olsa gerektir!” Aşık Veysel’in gösterdiği nezaket dolu saygıyla ben de aynı duruştayım.
- Albüm ne zaman?
Alican Özveren: Çok sorulan sorulardan bir tanesi. Uzun bi’ süre albüm yapmak gibi bir derdimiz olmayacak. Çünkü bütün kayıtlarımızı teknik olarak kendimiz yapıyoruz. Belki farklı bir konseptte sunabiliriz ilerleyen günlerde.
- Tüm eserleriniz gibi tüm sahneleriniz kıymetlidir pek tabii ama, hikayesi olan en unutulmaz konser ya da sahneniz hangisiydi?
Yunus Karabulut: Benim açımdan Balıkesir/Akçay‘da yaptığımız sokak dinletisi hala unutamadığım bir dinleti… Bütün engellere karşı türkü söyleyebildik. Sahip çıkılan durum karşısında çok mutlu olduk. Ve bu değerimiz ile birlikte Akçay’da büyük bir konser vermek istiyoruz. İçimizde ukdedir.
Alican Özveren️️: Bingöl konseri unutulmazlar arasında. 400 kişinin hep bir ağızdan eserlerimizi ezbere söylenmesi, En keyif aldığım ve mahçup olduğum bir konserdi.
- Alican Özveren️️’e: En pişman olduğun şey nedir?
Çok keskin bir şey yok hayatımda… Bir dönem Yunus’la sanat hayatımızı iki yıllığına ayırmıştık. Benim en büyük pişmanlığım bu. Çünkü Yunus ile birlikte olmak, bir şeyler üretmek beni inanılmaz mutlu kılıyor. O yüzden bu zamanın boşa geçmesi pişman olduğum zaman dilimi diyebilirim.
“İnsan, rakının ikinci dublesinde ilk karşımıza çıkanı öptüren şey ne ise, aslında o!”
- Alican Özveren️️’e: “Keşke herkes sarhoş olmalı” mı?
Benim kendi bestelerim grubun formatından uzak olduğu için burada sarhoş olmak doğrudan fiziksel değil… İnsan, rakının ikinci dublesinde ilk karşımıza çıkanı öptüren şey ne ise, aslında o. Sarhoş olma durumu, aşık olunca da sarhoş olur. Ruhumuzun sarhoşluğu!
- Alican Özveren️️’e: 28 yıllık dünya yaşında heybende neler biriktirdin?
Aslında son on yılım dolu dolu geçti. Müzikal ve sanatsal anlamda… Hayatta çok güzel şeyler oluyor. Başka bir dünyanın var olduğu gerçeği, güzel dostlukları ve insanları biriktirdiğimi düşünüyorum.
- Yunus Karabulut’a: Şiirler mi bir varoluş sorunu yaşıyor, insanlar mı?
Edebiyatın toplumumuzda arka planda kaldığını düşünüyorum. Müzik daha kolay doğrudan geçebilen bir sanat olduğu için belki de… Dizelerin bilinmediği ama bestelendiğinde çok kişiye ulaştığını biliyoruz. Belki bu okuma tembelliğinden de süregelen bir durum. Ben, elimden geldiğince ses olmaya çalışıyorum. Okuduklarımdan dolayı farkındalığın oluştuğu geri dönüşler alıyorum. Algı için genel olarak formülize etmiş olduğumuzda belki bu aşılır. Şiir diye bir şey varmış tepkileriyle bile karşılaşıyoruz. O yüzden farkındalığın çok daha artması için, okuma kültürünün geniş kitleler tarafından ele alınması gerekiyor.
- Yunus Karabulut’a: En çok sevdiğin liste başı şair sıralaması var mı?
Ahmed Arif‘in yeri ben de ayrıdır. Edip Cansever, Nazım Hikmet Ran… Ayırt etmek çok zor ama Ahmed Arif’in yeri bambaşka. Çünkü coğrafi bölgeleri o kadar naif bir dille işlemiş ki, bu yüzden ayrı bir hayranıyım.
“Kurtuluş aşkta!”
- Kurtuluş reçetesi ne yazarsınız?
Yunus Karabulut: Aşk ağabey! Her anlamda bizi kurtaracak. Altında bir sürü kavram var. Ve yine her bağlamda kolaylaştırıcı…
Alican Özveren️️: Her şeyi aşk ile yapmadığımız için kaybediyoruz belki de. Aşk çok güzel bir kavram. Kazansan da, kaydetsen de içinde kötülük barındırmıyor. Kötü bir şey yapma riskimiz yok. Gerçek bir yere mutlaka ulaşır ve yüreğe dokunur. Merdiven gibi aslında. Bizi aşk kurtaracak!
- Yol’a Düş grubu olarak, Karma Türkiye için son olarak ne söylemek istersiniz?
Alican Özveren️️: Bizi dinleyip bu yolda bize sırt verdikleri için Sevgi, saygılarımızı iletiyoruz hepsine. Yeni çalışmalar, yeni projelerde görüşmek üzere.
Yunus Karabulut: Görüşelim! 🙂