Onlar, son dönemde söz ve müziği kendilerine ait olan duygusal ve slow parçalarla alternatif müziğin; yetenekli ve üretken, genç isimleri…
Çağan Şengül ve Yasir Miy ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet, sizlerle!
- Öncelikle nasılsınız? Bunu gerçek anlamda soruyorum ama… Kendinizi genel itibariyle nasıl hissediyorsunuz?
Çağan: Çok iyi hissediyorum. Hayatım iyi gidiyor, keyfim yerinde… İyiymişim bak, onu fark ettim.
Yasir: İyiyim, çalışıyoruz, iyi hissediyorum… Teşekkür ederim. Biraz da heyecanlıyım yeni projeler için. Her şey yolunda.
“Müzik kendimden ayrı düşündüğüm bir şey değil…”
- Çağan, “Bir Deli Hasret” ile başlayan ve “Papatya”, “Küçüğüm”, “Kırlangıç” ve “Teslim” gibi şarkılarla devam eden yolculuğunda geçtiğin yerleri çiçeklendirmeye devam ediyorsun…
Sence bu yolculuğun sonu neresi? “Şimdi oldu işte” dediğin an ne zaman olacak sence? Müzikal anlamda doyumun yani…
Çağan: Hiçbir zaman doyamayacağım galiba… Sürekli üretiyorum, üretiyoruz ve bunu severek yapıyoruz. Bu yüzden doyacağımı sanmıyorum fakat yorulursam, tükenirsem ancak o zaman bırakırım. O da belki…
Müzik, kendimden ayrı düşündüğüm bir şey değil. O yüzden “bırakmak” ya da “doymak” uzak kavramlar bana.
- Müziğe babanın aldığı gitarla başladığını biliyoruz… Çocukluk ve ergenlik yıllarına dönersek; en çok hangi müzik türünü ve kimi dinliyordun?
Çağan: Çok çeşitli bir müzik hayatım oldu. Çok fazla Rap müzik dinliyordum; hatta bu yüzden söz yazmaya başladım. En çok Sagopa Kajmer idi… “Vasiyet”, “Bir Pesimistin Gözyaşları” albümleriydi en çok galiba. Ama kendimi bildim bileli dinlediğim iki sanatçı var; Cem Adrian ve Halil Sezai.
“Arkadaşlarım, şarkılarımın bana ait olduğuna inanmıyorlardı.”
- 2004 yılı falandı galiba “Bir Pesimistin Gözyaşları” albümü… Vay canına. Çok kaliteli bir albümdü.
Yasir, aslında ben biraz seni tanıyalım istiyorum… Çünkü seninle ilgili bir araştırma yapmaya kalkıştım ve neredeyse hiçbir yerde bir şey bulamadım!
Nasıl müzikle ilgilenmeye başladın ve ne zaman müzisyen olmaya karar verdin? Nerelisin, kaç yaşındasın?
Yasir: Müziğe ilgim her zaman vardı… Konuşmaya başladığımdan beri diyebilirim. Ciddi olarak eğilmeye lisede başladım. 17 yaşımda şarkı yazmaya ve piyano çalmaya başladım. Şimdi 23 yaşındayım… Mersinliyim. İlk ve ortaokulu da Mersin’de okudum. Liseyi ve ilk üniversitemi Ankara’da okudum. Hacettepe Üniversitesi Konservatuvar bölümündeydim. 6 sene Ankara’da yaşadım. İkinci üniversite ve hayallerim için İstanbul’a geldim… Marmara Üniversitesi’nde Müzik Öğretmenliği okuyorum şimdi.
- İlk kez “şarkı yazabiliyorum galiba ben” dediğin an neresiydi?
Yasir: Yakın arkadaşlarımın yazdığım şarkının bana ait olduğuna inanmadıkları an! “Hadi be ordan, bunu sen yazmış olamazsın” diyerek sözleri araştırdılar, ancak öyle inandılar…
- İkinize aynı anda soruyorum bunu: Neden müzik?
Başka bir yeteneğiniz yok mu?
Çağan – Yasir: Yok! Başka bir şeye bu kadar bariz yeteneğimiz yok en azından.
Çağan: Futbolda çok beceriksizim, basketbol falan oynuyorum ama çok yetenekli sayılmam…
- Başka bir şey olmayı hayal etmediniz mi yani hiç?
Çağan: Hayvanları çok seviyorum. Bu yüzden çocukken hep veteriner olmak isterdim.
Yasir: Ben pilot olmak isterdim. Belki herkes ister ama… Olmak istemekle olmak arasında gerçekten büyük bir yol var.
“Yaşadıklarımdan teslim olmamayı öğrendim.”
- Bugünkü Çağan Şengül sence nasıl oluştu, yani en çok neyden etkileniyorsun sen? Kitaplardan mı, dinlediklerinden mi, izlediklerinden mi, yaşadıklarından mı?
Çağan: Çok güzel soru! Bir süre sonra tekrara düşebiliyor insan yaşadıklarında. Anılar birikince, yaşamayı eliyorsun. Başkalarının yaşadıkları etkiliyor bir süre sonra beni. Onların yaşadıklarını elemeye başlıyorum böylece… Bana yaşamın kendisi çok şey kattı; kitaplar, filmler, şarkılar yaşamın getirdikleriydi zaten.
- Yaşadıkların sana ne getirdi peki?
Çağan: Yaşadıklarımdan teslim olmamayı öğrendim.
- Okkalı bir cevaptı…
Kitaplardan söz edemedik, güftesi güzel adamlarla bunu konuşalım isterim. Yasir, en çok ne okursun?
Yasir: Daha çok hikaye ve roman türünde şeyler okurum. Sıkılmadan okumalıyım, bir anda bitmeli. Bilim kurgu da okuyorum bazen. Sürükleyici olması gerekiyor benim için… Şarkılarımda da hikayeler anlatıyorum aslında bir çeşit.
- Peki, müziğe dönelim… Bu konuda teknik anlamda da güvenilir olmanın dışında, hissiyat olarak da soruyorum bunu: Bir şarkıda önce neye bakıyorsun? Sözüne mi, müziğine mi?
Bütününde ne olması gerek senin “replay” etmen ve müzik listene alman için?
Yasir: Kesinlike müziği! Melodisi beni vurduysa, o zaman sözünü de dinlerim ama önceliğim müziği. Sözleri çok kötü olan şahane şarkılar var hatta bana kalırsa… İlk 30 saniyede müziği ve hissi beni alırsa, tamamdır o şarkı.
Çağan: Benim için de öyle. Hatta bunla ilgili şöyle bir anımız var; Yasir’in bana gönderdiği bir şarkısı ilk 30 saniyede bana müzikal anlamda öyle bir haz verdi ki, ben o ilhamla Kırlangıç şarkısını yaptım.
- Kırlangıç… Biz bu şarkıdan sahiden çok etkilendik. Burada “şimdi kuş vuran sapan kadar merhametsiz sensizlik” diyorsun. İkiniz de inanılmaz yazıyorsunuz! Fakat nasıl? Hangi ruh halleriyle?
Çağan: Çok dip… Dipte bir ruh halimiz oluyor. Mutlaka gece 3 ve sabah 6 arası.
Yasir: Kesinlikle yalnızken.
Çağan: Ve tamamen ilham perisiyle!
Yasir: Sanki yazdığımız şarkılar; uzayda bir yerlerde bütün bir halde varmış ve bir sihirli güçle sahibini seçiyormuş da geliyormuş gibi.
Çağan: Öyle olmayınca büyüsü kaçıyor… Hiçbir şarkı üzerinde 2 saat durduğumu hatırlamıyorum. O anda olursa olur, olmazsa olmaması gerekiyordur o şarkının.
“Aşk konusunda eksiğim…”
- Çağan, eksik kaldığını hissettiğin bir şey var mı?
Çağan: Aşk. Eksik hissettiğim tek konu aşk! Duygusal yönüm aç…
Yasir: Belki de aç olduğu için bu şarkılar çıkıyordur, değil mi?
Çağan: Arayınca bulunan bir şey değil ki! Aşka ihtiyaç duyuyorum. Belki bir gün…
- Çok tatlı bir sorum var, hazır olun…
Bu iki “duygusal” ve “dip” adam, nasıl tanıştı?
Çağan: Biz ikimiz de birbirimizin isimlerini biliyorduk aslında… Tam olarak tanışmamız ise şöyle oldu; Yasir O Ses Türkiye programına katılmıştı, ben de Yasir’in, klarnet çalan, çok yakın bir arkadaşıyla birlikte çalışıyordum. Oradan biliyordum onu. Ayrıca başka arkadaşlarım da Yasir’i dinleyip beni aramışlardı, “dinle sesini, çok seversin” diye… Bir baktım, o klarnet çalan arkadaş orada, arkada Yasir’i dinliyor!
Yasir: O arkadaşım da bana Çağan’ı dinletmişti daha önce…
Çağan: Sonra Yasir bir gün konsere geldi. Ekranda izlediğim Yasir’in konserime gelmiş olmasından gurur duydum, onu karşıladım. O zamanlar konserlerimizde en fazla 30-40 kişi vardı, Yasir de oradaydı…
Yasir: O anların, o dönemlerin tadı da bir başkaydı.
Çağan: Çok farklıydı… Çok güzel günlerdi, asla unutmayacağım. Çok samimiydi. Tabii şimdi büyük bir sahnede, daha fazla insanın seni dinlemesi de muhteşem, hepsinin yeri bambaşka.
“Olacağını düşünmüyordum ama dört jüri birden döndü.”
- O Ses Türkiye’ye gitmeye nasıl karar verdin Yasir?
Yasir: İstanbul’a geldiğim ilk zamanlarda karar verdim… Çok istediğim bir şey değildi açıkçası; anlık bir karardı. Hiçbir beklentim de yoktu. Denemiş olmak için başvurdum. Bir de baktım dört tane elemeyi geçmişim, oldukça da zordu… Olacağını düşünmüyordum, büyük bir hayalle gitmedim ama dört kişi döndü ana sahnede! Son 32’ye kadar da kaldım. Şans diye düşünüyorum…
- Asla şans değil! O Ses Türkiye’deki ciddi bir başarı… Şans olan, program vesilesiyle birbirinizi tanımış olmanız…
“İnsanlar yıllarca benzer altyapılardaki hissiz müzikleri dinlediler ve sıkıldılar… Kendinden bir parça bulduğu yerde kalıyor her insan, müzikte de hayatta da bu böyle.”
- Biz bağımsız bir sanat platformu olarak sanata ve pek tabii müziğe özgürlükçü yaklaşıyoruz, sizin de bağımsız sanatçılar olduğunuzu ve aynı bakış açısında olduğumuzu biliyoruz…
Sizin içinde bulunduğunuz türün Türkiye’de gidişatı sizce nasıl?
Çağan: Alternatif müzik olarak değerlendirirsek… Bence aşırı revaçta! Gittikçe de yükseliyor. Bunun sebebi ise hitap ettiği kitle… Farklı ve hissettiren müzikler dinlemek istiyor insanlar.
Yasir: Çünkü bence, insanlar yıllarca benzer altyapılardaki hissiz müzikleri dinlediler ve sıkıldılar. İster istemez farklı bir melodi dikkat çekiyor… Bunun etkisi büyük.
Çağan: Bağımsız ve alternatif müziği ulaştırmak, hele ki günümüzde çok daha kolay, bu da bir etken… Mesela benim ilk şarkımın ilk kaydı, çok eski bir telefonla alınmıştı. Telefonun dokunmatiği bile çalışmıyordu. Yayınladık, 10 milyon insan dinledi. Çünkü doğaldı ve kolay ulaşılabiliyordu.
Yasir: Hissiyattan öte kendinden bir parça bulduğu yerde kalıyor her insan, müzikte de hayatta da bu böyle. Ardı arkası nasılmış, nasıl kaydedilmiş, neden böyle olmuş kısmı önemsiz kalıyor artık.
Çağan: Bir evreni olan her şarkı, dünyanın her yerinde çok dinleniyor.
“Papatya koparılınca koparmış… Ben koparmadığım için bilmiyorum.”
- Çok duygu yüklü şarkılar yazıyor, duygunun önemini vurguluyorsunuz ya hani… Genelde röportajlarda sorduğum bir soru kalıbı var, her kişiye özel halde tabii… Üçer kelimenin kalbinizdeki karşılığını soracağım size. Rengi, kokusu, ne çağrıştırdığı… Aklına ne gelirse!
Çağan, bunlar senin kelimelerin: Oda, Hatıra, Papatya.
Çağan: Oda… Oda, hayat benim için. Yıllarım bir odada geçti… Oldukça asosyal bir çocukluk geçirdim ve odam benim için her şeydi. 2-3 yıldır sosyalleşiyorum bile diyebilirim! Rengine kırmızı ve siyah diyebilirim. Duvarlarım o renk çünkü. Çağrıştıran koku için mavi şişede bir parfüm kokusu diyebilirim; çiçekli, güzel bir parfüm kokusu…
Yasir: Öyle bir oda ki o hatta, yaptığımız bütün hit şarkılar o odadan çıktı.
Çağan: Hatıra. Unutulmaya yüz tutmuş güzel çocukluk anılarım artık yalnızca… Huzurlu hissettiğim yegane sığınma kampım bu hayattan. Kokusu… Ahşap kokusu, antika gibi, biraz eski bir kokuyu çağrıştırıyor bana hatıra… Rengi siyah. Siyah benim en sevdiğim renk bu arada.
Yasir: Siyah renk bir karakterdir!
Çağan: Ve papatya… Yıllarım, bütün geçmişim, kaybolan anılarım papatya. Rengi bordo. Papatya kokusuz değil mi ama normalde? Bir koku bulamadım.
- Papatya koparılınca kokarmış…
Çağan: Ben koparmadığım için bilmiyorum o halde.
“Aşk acizlik. Hastalık. Bağımlılık. Zaaf!”
- Yasir, senin kelimelerin biraz klişe gelebilir ama bence yaratıcı cevaplar duyacağız senden…
Ayna, aşk ve özlem!
Çağan: Bugün yemin ederim, haberimiz olmadan, bu röportajdaki soruların birçoğunu konuşmuşuz. Aynaya bakıp kendimizi sorguladığımızı anlatmıştık birbirimize, daha bugün!
Yasir: Birkaç saat önce konuştuk evet… Aşk ile başlıyorum öyleyse.
Aşk… Acizlik! Hastalık. Bağımlılık. Güçsüzlük. Zaaf. Aşk, büyük bir eksikliktir. Rengi kırmızı. Şeffaf, saydam, su gibi kokusu… İlla olacaksa içi dışı bir!
Özlem… Özlem, herkes gibi alıştığımız ve bastırdığımız, her zaman karşılaşacağımız veya maruz kalacağımız bir his. Olması da lazım, olmaması da… Kimisi hasrete dönüşüyor, kimisi kavuşmayı bekliyor. “Seni özledim” diyebiliyorsan, iyidir o… Maviyi çağrıştırıyor bana. Kokusu, yosunlu bir deniz kokusu. Seviyorum suyu!
Çağan: “Seni özledim” önemli.
Son olarak, ayna… Ayna, bazen bana korkunç geliyor. Görmek istemeyeceğim bir şeyi görüyormuşum gibi.
- Sorgulatıyor mu?
Evet. Korkuyorum hatta bundan bazen… Gece karanlıkta asla bakmam, ama dostumdur bir yandan. Rengi, derin bir karanlık, siyah. Pis bir kokuyu hatırlatıyor bana. Pek sevmiyorum ama bakıyorum da sanırım. Tuhaf bir bağımlılık…
“İster bir kişi, ister yüz kişi; ezbere şarkılarımız söylenince çok şaşırıyoruz!”
- Çok samimisiniz, cevaplarda da, yaşantınızda da, sanatınızda da… Duygusallığınızın yanında çok eğlenceli bir yanınız da var. En çok neye gülüyorsunuz, neler izliyorsunuz, nerelere gidip neler yapıyorsunuz?
Çağan – Yasir: Şahan Gökbakar’a gülüyoruz! Düşen insanlara çok gülüyoruz. Düşen her şeye çok gülüyoruz. Gülmek isteyince, keyifliysek birçok şeye gülüyoruz aslında.
Çağan: Televizyon hiç izlemiyorum. İnternet dizileri genellikle.
Yasir: Ben de öyle.
- Son sorum: Güldüğünüz ya da şaşırdığınız, müzik hayatınız boyunca size en absürt gelen şey neydi?
Yasir: İnsanların her konserimizde şarkılarımızı bağıra çağıra söylüyor olması bize daima absürt ve inanılmaz geliyor… İnanamamakla beraber her seferinde çok seviniyoruz. İster bir kişi, ister yüz kişi; ezbere şarkılarımız söylenince çok şaşırıyoruz. Hep de olacağız, eminim.
Çağan: Kesinlikle!