Octavio Paz şöyle söylemiş; “Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terk ediştir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir: Ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yolu. Şiirler bu dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; bir başkasını yaratır. Seçilmişlerin ekmeği, lanetlenmiş lokma. Şiir ayırır, birleştirir. Yolculuğa davet, yuvaya geri dönüştür. Esin, soluk alma, bedenin eğitilmesi. Hiçliğe yakarış, yoklukla yapılan söyleşi: sıkıntı, acı ve ümitsizliktir onu besleyen.”
Çok sevdiğimiz şiirlerin “besleyeni” ne olmuş, hikayeleri neymiş; gelin hep birlikte okuyalım.
Sezai Karakoç – Mona Roza
Ah Mona Rosa, ah! Mona Rosa, tek gül anlamına gelir. Sezai Karakoç, üniversite yıllarında bir okul arkadaşına açılır fakat açıldığı arkadaşı onu maalesef ki reddeder… Bu red sonrası yıkılan Karakoç, ona şiirler yazmaya başlar. Sayfalar dolusu yazar ama aralarından en çok ortaya çıkan “Mona Rosa” şiiri olur.
Şiirin her kıtasının baş harfine bakıldığı zaman Muazzez Akkayam ismi önümüze çıkar.
Seneler geçtikten sonra üniversite mezuniyet töreninde Muazzez Akkayam, Karakoç‘un yanına gelir ve “teklifin hala geçerli mi?” diye sorar fakat Karakoç bu kez gururunu sevgisinin önüne çeker ve geçerli olmadığını söyler.
Kavuşmasız bir aşkın şiiridir, “Mona Rosa.”
Açma pencereni perdeleri çek,
Monna Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Monna Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek!
Makber – Abdülhak Hamit Tarhan
Değerli yazar Abdülhak Hamit Tarhan‘ın kaybettiği eşi Fatma Hanım‘ın ardından yazmış olduğu ölüme dair bir şiirdir “Makber.” Belki de uzun uzun anlatmadan, şiiri okumak gerekir…
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,
Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
Mari Gerekmezyan – Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bedri Rahmi‘nin bu şiirini çoğu insan ezbere bilse de, şiirin hikayesi pek bilinmez… Şair sanılanın aksine bu şiiri karısına değil, asistanlık yaptığı üniversitenin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmiş olan Mari‘ye yazmıştır. Mari Gerekmezyan ile yaşadıkları büyük aşk maalesef hüsranla noktalanmış, 1946 yılında hastalığa yakalanan Mari, şairin tüm çabalarına rağmen kurtulamamıştır.
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.
Abdurrahman Karakoç – Mihriban
Herkesin Musa Eroğlu’ndan dinlediği efsane türkü “Mihriban!” Asıl hikayesini genel olarak kimse bilmez… Mihriban, Abdurrahim Karakoç‘un tek aşkı ama imkansız aşkıdır. Gerçek ismini hiç açık etmemiştir Karakoç. Aşkı karşılıklıdır; fakat kız tarafından hep “hayır” cevabını almıştır. Yıllar sonra bir arkadaşından onun evlendiği haberini almıştır ve ona olan aşkını satırlara dökmüştür…
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban…
Kara Sevda – Cahit Sıtkı Tarancı
Arkadaşı Vedat Günyol‘un kardeşi Mihrimah Hanım‘a aşık olan ancak aşkını gizlice içinde yaşayan Tarancı, “Kara Sevda” şiirini onun için yazmıştır. Bu aşkını çok uzun seneler sonra arkadaşına itiraf etmiştir ancak Mihrimah Hanım, artık evlidir. Vedat Günyol “Keşke zamanında söyleseydin, evlenmenizi çok isterdim” demiş, bunun üzerine derin bir pişmanlığa düşmüştür… Onun için şiirler yazmaya devam etmiştir.
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?