azizler

Karma’dan Eleştiri: Azizler’in “Az” Hali

Ayşe Aslıhan

Azizler filmi, son birkaç gündür ülke gündemindeki yerini istikrarla koruyor. Kimi Netflix yapımları arasında olmasa gişede fena halde çakılacağından bahsediyor, kimiyse oyuncu kadrosu ve senaryosu itibariyle birçok Türk yapımından bariz ve olumlu bir biçimde ayrıldığından… Peki üzerine ne düşünmeli? Kıyaslamaya girmeli mi? İzlerken ne hissetmeli? Belki de karar veremediğimiz için bu denli net ve sert biçimde eleştiriyoruz: Film, bizim de “Azizler” arasında olduğumuzu ve içimizde bir şeylerin ne kadar “az” kaldığını sinsice ortaya çıkartıyor ve filmde bir mana ararken, hayatın içinde o manayı çoktan kaybettiğimizi hatırlatıyor.

Azizler’in neden bu kadar konuşulduğu ve eleştirildiği, filmin içinde gizli; doğal ve bazen rezil bir gerçeklik, fenomen olma ve popülerleşme yolunda emin adımlarla ilerler.

Dikkat: Bu eleştiri ağır spoiler içerir!

Bir Latin deyimi şöyle söyler; “De te fabula narratur!”
Yani, “Anlatılan senin hikayendir!”

Hikaye; Berkun Oya‘nın ellerinden çıkıyor. Adeta kırmızı ve kalın çizgilerle hikayeden ziyade gerçekliğin kendisine odaklanan Azizler, ara ara rayından çıkacak gibi hissettirse de; insanın kendi kendiyle ve popüler kültürle savaşı sırasında ne denli “az kaldığıyla” ilgileniyor.

Azizler’in yalanları, Ghepetto’nun hayalleri gibi.

Bir masal, günümüz gerçeğine nasıl dönüşür?
Yalan söylemek hangi durumlarda makûldür?
Azalan kısımlarıyla dünya, insanın kendi hayatında figüran kalmasına ne kadar izin verir?

Hiçbir yere ait olmak istemeyen ve ruhunu uzun zaman önce günlük hayatın işleyişine satmış Cevdet (Fatih Artman), hiçbir yere ait olamayacak kadar zamane yaşantısına ve bir bakıma sosyal medyaya hapsolmuş Alp (Öner Erkan); filmin belki de en can sıkıcı ana karakterleri. Oysa kendini ölümle hem ödüllendiren, hem de cezalandıran; ancak sevdiği kadının yanında kendine yer bulan, vicdanlı ve zaman zaman heyecanlı Erbil (Haluk Bilginer) ile; Alp’in aksine sadece kendi yaşantısına hapsolmuş ve çıkmak için başka hayatların kapılarını zorlayan iyi kalpli Aziz (Engin Günaydın); filmin çoğunlukla sevilen karakterleri olmayı başarıyor.

Filmde Aziz’i izlerken üzülüyor, bir parça kendimizi buluyor ve evet, onun iyi kalpli olduğuna inanıyoruz.
Ama neden?
Alp’e yalan söyleyen ve güvenini tamamen sarsan Aziz değil mi? Yani kötülük, insanın kendisiyle ve o kötülüğün ne kadar az sorun olacağıyla mı ilgili? Cevdet, yalan bile söylemeyi tercih etmediği için çok daha kabul edilebilir biri mi?

Neden Erbil ve Aziz’i olduğu gibi kabul etmemize rağmen, yine de Azizler’i birçoğumuz içimize sindiremedik?

Ayna, ne zaman sıra dışı bir eşya oldu ki?

Taylan Biladerler yönetmenliğindeki filmde, sık sık, başarılı bir şekilde yansıma kullanılıyor. Camlardan, aynalardan, duş başlığından… Sık sık karakterlerin kendiyle yüzleştiği anlar görüyoruz. Erbil bir sahnede kendiyle bile konuşuyor! Bu, izleyici olarak bizleri elbette şaşırtmıyor. Filmi kolaylıkla beğenmek ve kabullenebilmek için yeterli de gelmiyor. Azizler, çoğumuz için sıradan bir film olmaktan öteye gitmiyor. Filmin ardından adeta ağzımızda basit, gerçek, tuhaf bir tat bırakıyor.

Çünkü kendi yansımamızı görüyoruz ve ayna, hiçbir zaman sıra dışı bir eşya olmadı.

Metafor olarak kabul edebileceğimiz bu durum haricinde; çok önemli bir eşya daha var; kolye! İrem Sak, nam-ı diğer Burcu‘nun filmin başından sonuna kadar kendini tekrarlaması ve ancak Erbil, biricik Kamuran‘ına kavuştuğunda Aziz’in de Burcu’ya ulaşmasını sağlaması, yalnızlığın bazı durumlarda iki kişilik olmasıyla hayat yükünü hafiflettiği sonucuna varmamızı sağlamıyor mu? Erbil, olanca sadakatiyle ölümle huzura kavuşurken, güzeller güzeli Vildan Hanım’a ilgisine rağmen tek bir şarkı ile çarkı çevirebilirken; belki de kendi kendine bir çıkış noktası arayan bütün Azizler, o sıradan “değerli kolye” ile nispeten daha mutlu bir yaşam sürmenin yolunu arıyorlar… Kim bilir?

Halbuki Erbil, Vildan Hanım’ın hiç evlenmediğini söylerken “akıllı bir kadın” olduğundan bahsediyor. Erbil’in hapsolduğu durum da bu… Sahi, hepimiz elimizdeki telefona, boynumuzdaki zincire ve tutkulu duygularımıza sık sık hapsolmuyor muyuz?

Hiç çıkarmayacağımız o kolye nerede?
Yoksa ömür boyu arıyor muyuz onu?
Tam bulduk derken, esas meselenin kolye olmadığını mı anlıyoruz?
Azizler’i anlamak için; belki de önce kendimizi anlamamız gerek
.

Dijital medyanın gözbebeği Netflix ile esaretin bedelini Azizler ödüyor.

Netflix, Sosyal İkilem belgeseli ile de oldukça konuşulmuştu. İzleyenler hatırlar; sosyal medya ile başımızın oldukça dertte olduğundan bahsediyordu. Dijital medyanın gözbebeği ve en güçlü platformlarından biri olan Netflix, bu esaretimizin bedelini Azizler’e ödetiyor. İronik olmasının yanı sıra; aslında hepimiz bu sarmalın içinde kaybolup giderken, yapımın içinde Alp; aynı anda hem kaybeden, hem kazanan oluyor.

Filmin sonunda sosyal medyanın gücünü hafife alanlara Berkun Oya, Alp karakteri ile bizlere ağır bir darbe vuruyor.

Cansu ise bu savaştan oldukça yaralı ayrılıyor…
Helin Kandemir, Netflix’te daha evvel gördüğümüz ve genç yaşına rağmen oyunculuğuyla göz dolduran bir isim. Bergüzar Korel ve Halit Ergenç‘e ise diyecek söz yok; her zamanki gibi müthiş bir performansla tiyatro ile yetişen iki büyük oyuncu olduklarını gösteriyorlar.

Esasında bu filmin kaybeden iki ismi var; Cansu ve cenneti cehenneme çeviren Caner…

“Dayım benim!”

Filmin açık ara parlayan yıldızı Caner karakteriyle Göktuğ Yıldırım! Pedagog Okan Yalabık‘ın üzülerek bahsettiği teşhisiyle birlikte “Denyo Caner” diye sıfatlandırdığımız çocuk oyuncu, umutsuz bir popüler kültür vakası… Ebeveyn – çocuk ilişkilerinin nasıl olmaması gerektiğini hemen her gün yanımızdan geçip giden hayatlarda yahut akrabalarımızda seyretmemize rağmen, durumu bu kadar net ve trajikomik biçimde inceleme fırsatını ilk kez buluyoruz.

Ayrıca, bilmeyenler için ekleyelim; Denyoluk, gerçek bir psikolojik rahatsızlık.

Başarılı oyuncular İlker Aksum ve Hülya Duyar, Caner’in anne ve babası olurken neler hissettiler; ayrıca merak ediyoruz.

Azizler, her bir karakteriyle, en beğenmeyenimize bile kendinden bir parça ayıran ve hissiyatını tamamen bahşedebilen, ender Netflix filmlerinden biri. Çoğalan yalnızlığı ise tam olarak son sahnede görüyoruz. Sosyal ağların, artık gerçek bağlardan çok daha güçlü olduğunu fark ediyoruz.

Film, azalan yanlarımızı tamamlayamasa bile, uyanmamızı sağlıyor. Hayatta en önemli şeyin ne olduğunu hatırlatmaktan kaçınmıyor. Ne de olsa bu devirde kimse kimseye böyle önemli şeyleri söylemiyor…

“Sana sevdiklerinle birlikte uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum Aziz!”

Yorum Yaz

Diğer Yazılar

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanıyoruz. karmaturkiye.com'u kullanarak çerezlere izin vermiş olursunuz.

Tamam