Karma’dan #EvdeRöportaj serisinin ikinci konuğu, sakin tınılarıyla Kent Şarkıları Grubu! “Deniz Anlatıyor Mu Beni Sana, Başka, Hayat Devam Ediyor, Bir Gökyüzü Çiz” gibi şarkıları ile hayatlarımıza giren grup, ruhlarımıza ilaç oldu… Grubun kurucusu Erkan Güneş ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik!
Biz sorduk, o cevapladı; fakat her iki taraf da evindeydi. Çünkü Karma Türkiye ailesi olarak biz de #EvdeKal diyoruz ve sanat dahil bütün alanlarda hayatı daha sağlıklı sürdürmeyi hedefliyoruz.
Keyifli bir röportaj için çayınız hazırsa, başlıyoruz.
- İlk olarak, nasılsınız? Bu geçirdiğimiz zor günlerde neler hissediyorsunuz? Sizce COVID19 virüsünün getirdikleri ve götürdükleri, önümüzdeki günlerde bizlere neler yaşatacak, hangi duyguları aşılayacak?
Şu dönemde herkes gibi biz de çok iyi sayılmayız. Bir kere endişeliyiz. Tedirginiz. İnsanlar yaşamlarını yitiriyor, üzgünüz. İşlerini kaybeden binlerce insan için üzgünüz, kendi sokağında oynayamayan çocuklar için üzgünüz, görevi icabı bu salgınla mücadele eden sağlıkçılar ve dışarıdaki yaşamı aksatmamak için çalışmak zorunda olanlar için kaygılıyız.
Bu salgının bize getirdikleri bu kaygıların toplamı, bizden götürdükleri ise asla geri getiremeyeceğimiz, cenazelerine dahi katılamadan uğurladığımız canlarımız. Bu acı bir deneyim. Ümidimiz tez zamanda bu salgından tümüyle kurtulmak ve eski günlerimize geri dönebilmek.
“Popüler isimlerin etrafında dönen bir çember var maalesef müzik dünyasında.”
- Sizinle ilgili araştırma yaparken okuduk: Kendi imkânlarıyla ayakta duran, aşka, dostluğa, doğaya ve çocuklara şarkılar yazan bir grup olduğunuzu yazmışsınız… İmkânlar sanatı nasıl yönlendiriyor sizce?
İmkanlar sanatı değil de, sanat imkanları yönlendiriyor sanki… Evet, ilk albümü yayınlamamızın üzerinden 9 yıl geçti. O günden bu güne bir şey değişmedi, hala kendi imkanlarıyla müzik yapmaya çalışan bir grubuz. Kendi imkanlarımızdan kastımız şu; birincisi biz bu işten geçimimizi sağlayamıyoruz. Ekonomik kazanca dönüştürebilecek bir imkana sahip olamadık henüz. Bu tarz müzik yapan insanların ortak kaderi de diyebiliriz buna. Popüler isimlerin etrafında dönen bir çember var maalesef müzik dünyasında.. Bunun kriteri nedir onu pek bilmiyoruz. Hepimiz bu yüzden yaşamımızı sürdürmek için farklı işlerde çalışıyoruz. Sigorta, emlak, ücretli öğretmenlik gibi. İşte bu noktada imkanlarımız içimizden gelen müzik yapma aşkına yön veriyor. Zorluyoruz şartları. Bir şarkıda buluşuveriyoruz!
- Müziğin yönlendiği şey nedir peki tam olarak? Türkiye’de müzik neye göre yönleniyor sizce ve müzisyenler olarak siz, neye göre şekillendiğinize inanıyorsunuz en çok?
Müziği tüm dünya büyük ölçüde ticari bir araç olarak kullanıyor. Türkiye’de çok iyi müzisyenlerin güç şartlar altında yaşadığının şahidiyim… İyi besteciler, iyi yorumcular var, evlerinin kirasını ödeyebilmek için sevmedikleri işlerde çalışmak zorunda kalan iyi müzisyenler var. Yeterince şans verilmemiş birçok usta müzisyen hayatın “geçim derdi” denilen o katmanında eziliyor. Bu aynı zamanda diğer sanat dallarıyla uğraşan insanlar için de geçerli. Bir şair, bir ressam, bir heykeltıraş için de durum aşağı yukarı aynı.
“Yeterince şans verilmemiş birçok usta müzisyen hayatın “geçim derdi” denilen o katmanında eziliyor.”
Müzik, Türkiye’de ve dünyada etkin medyanın taleplerine göre yönleniyor. “Halk bunu seviyor” diye altı boş bir söyleme sığınıyorlar, niteliksiz işler yapıyorlar. Halkın neyi sevip neyi sevmediğine karar verebiliyorlar. Üstelik dijital dinlenme sayılarıyla veriyorlar bu kararı. Bir takım programsal müdahalelerle, şişirilen YouTube hesaplarını ölçü kabul ediyorlar, bu grafiğe göre kararlar veriyorlar. Bu cevap sorduğunuz sorudan biraz uzaklaşmış olabilir ama müziğin geldiği noktayı bu “nitelikli dolandırıcılığa” bağlıyorum biraz.
- Peki, en çok neye inanıyorsunuz şu hayatta?
Doğaya! Bir sümbülün bir gün olsun başka bir çiçek gibi koktuğu görülmüş mü?
- “Kent” kelimesinin grubu ve şarkıları aynı çatı altında toplayan “anaç” bir anlam var, demişsiniz… Bahsedilen nasıl bir anaçlık? Biraz kendinizi anlatabilir misiniz?
Kent Şarkıları isminin altında birçok emek vardır. Birçok müzisyen arkadaşla bu vesileyle bir araya geldik. Kimisi albüme çaldı, kimisi konserde çaldı, birisi şöyle yapalım iyi olur dedi, bir başkası başka bir öneriyle iyileştirdi işi. Derken bir sürü insanla bir araya geldik. Daha doğrusu bu isim bizi bir araya getirdi. Anaçlık ifadesi, bizi bir araya toplayabilme yetisinden geliyor.
- Şarkıları büyütürken ödün verdiğiniz ve kazandığınız şeyler nelerdi?
Elbette müzikle ilgilenen/uğraşan insanların birçoğunun karşılaştığı klişe davranışlarla biz de karşılaştık… Aynı masada yemek yediğin, oturup kalktığın, birlikte çalıştığın, kapı komşun, oda arkadaşın, akraban, kardeşin, yani etrafında sürekli zaman geçirdiğin kim varsa -birkaç istisna dışında- neredeyse hiçbiri yaptığın işi önemsemiyor. İlk sorun bu. İlgilenmiyor, inanmıyor, yokmuş gibi davranıyor, görmemiş gibi, haberi yokmuş gibi rol kesiyor! Ne zamana kadar? Seni bir gazetede, televizyonda ya da kendince farklı bir pencerede görene kadar… Ancak o zaman senin bir şeyler yaptığına inanıyor, fakat bu sefer de en başından görmezden gelmiş ya, o tavrı sürdürüyor. Yani bilinçli bir tepkisizliğin devam filmi.
Şarkıları büyütürken bu tepkisizliği kavrayamamıştık ilk zamanlar, anlamlandıramamıştık. İnsan, bir yakının kötü gününde yanında olabilir, bu çok insani bir davranış. Tanımadıkların, çok uzak tanıdıkların dahi bir cenazede saygıyla sana yaklaşıp samimiyetle sana başsağlığı dileyebiliyor. Bu da normal. Asıl iş insanın başarısında yanında olabilmek, başarılı olduğu bir işin mutluluğunu paylaşabilmek, içtenlikle onu kutlayabilmek. Şarkıları büyütürken duygusal ödünler verdik, kazandığımız şeyler ise insanlar ve onların parayla satın alamayacağınız kıymetli sevgileri, saygıları oldu.
“En kralının yüz yıl hüküm sürdüğü gezegende ne toprak kavgasını anlayabildik, ne de gereğinden fazla mülk edinme hırsını!”
- Dünyayla aranızda bir mesafe olduğunu düşünüyor musunuz?
Dünyayla aramızda bir mesafe yok, insanlarla aramızda bir mesafe var belki… En kralının yüz yıl hüküm sürdüğü gezegende ne toprak kavgasını anlayabildik, ne de gereğinden fazla mülk edinme hırsını! Oysa büyük fotoğrafa bir bakabilsek, evrende bir toz zerresi olduğumuzu kabul edip anlayabilsek, yeryüzünün tüm dünyalık dertlerinden sıyrılıvereceğiz.
- 2011 yılından bu güne kadar farklı şehirlerde verdiğiniz birçok konser var… Sizin için en unutulmaz konseriniz hangisi idi?
En unutulmaz konserimiz bizim ilk albümün ardından Alanya Kültür Merkezi’nde seyircilerimizle ilk kez buluştuğumuz konserdi. Hepimiz çok heyecanlıydık. Kalabalıktık, salon da kalabalıktı. Bu heyecana bağlı olarak sahne hatalarımız da olmuştu. O zamanlar kendi aramızda oturup tartıştığımız o hatalar bile şimdi sevimli geliyor bize. Her biri komik birer anıya dönüştü çoktan. Fakat çıktığımız her sahnenin kendine özgü heyecanı, telaşı, bize deneyim olarak bıraktığı bir güzelliği olduğunu söyleyebilirim.
- Eğer bir şehirde fazlasıyla konser vereceksiniz deseler, hangisi olsun isterdiniz?
Ben şahsen İstanbul’u tercih ederdim. Dünyanın en güzel kentlerinden birisi! Dünyanın her yerinden çok kıymetli müzisyenleri ağırlamış tarihi ve sosyal derinliği olan bir şehir… En büyük kent, en kalabalık kent… Bu kent manzarasında, boğaza bakan bir platformda şarkılar söylemenin kim bilir nasıl bir hazzı olur?
- Elbette ki yazılan her şarkının ve dizenin bir anlamı vardır… Hikayesini yalnızca sizin bildiğiniz fakat bizimle paylaşabileceğiniz bir şarkınız var mı?
Ellerinden Öperim’in hikayesini paylaşmak isteriz…
Grubumuzun menajeri İbrahim Halil Ergin’in hikayesidir o.
Beraber yola çıktığımız fakat 2013 yılında 39 yaşında yitirdiğimiz, abimiz, dostumuz, arkadaşımızın hikayesidir.
Onu yitirdiğimiz gün hastane önünde cenazeyi bekliyorduk. Yakınlarının son kez görmesi için birkaç arkadaşımla ve onun ailesiyle birlikte sıra sıra içeriye girdik. Ailesi, içeriye girenlerin onun yüzüne bir tas su dökülmesini istedi… Vasiyeti buydu. Ona sevdikleri bu şekilde veda edecekti. Nitekim ben de içeriye girdim, bir tas su aldım ve yüzüne döktüm, son kez baktım ve çıktım. Daha bir hafta öncesine kadar aynı sofrada yemek yediğiniz dostunuzu o halde görmek dokunmaz mı insana? O şarkı onun yüzüne döktüğüm bir tas suyun yolculuğunu anlatır işte.
“Sende yıkanan sular, nehirlerden / değirmenlerden geçip gökyüzüne, / usulca bir bulutun göz kenarından tekrar düşerse dünyaya, / ellerinden su içer dünya / ellerinden öperim ben de su içerken.”
Bunun dışında şöyle bir düşüncemiz de var, onu da paylaşmak isteriz… Neredeyse tüm şarkılarımızın beslendiği bir hikaye var. Fakat bazı şarkıların hikayesi sadece kendi kahramanıyla şarkı arasında güzel sanki. Üçüncü bir kişinin bilmesi o şarkının duygusuna zarar verebilir. Şöyle örnekleyebilirim bu durumu; bir milyon insanın dinlediği bir şarkı dinleyen herkese farklı farklı hikayeler çağrıştırmıştır, onların zihinlerinde farklı görüntüler canlandırmıştır. Anlatacağımız hikaye o dinleyicinin kafasında kendi yarattığı hikayeyi değiştirebilir, o karakteri öldürebilir, zihninde beliren ilk resmi değiştirebilir, bu da şarkı dinleyicisini o duygudan uzaklaştırabilir. Kim bilir belki daha sıkı sarılmasına, daha çok sevmesine, onu daha iyi anlamasına da vesile olabilir, bunu bilemeyiz elbette.
- Oldukça duyarlı ve özel işler de yaptınız… Mesela kaçırılan ve kaybolan çocuklar için yaptığınız çalışma! Özellikle sorumuz size Erkan bey; 400 çocukla çektiğiniz o klipte neler hissettiniz?
Ben çok küçük yaşlardayken uzak bir akrabamızın çocuğu kaçırılmıştı ve günler sonra cesedi bir tuvalet kuyusunda bulunmuştu. O zamanlar gazetelerde çıkmıştı, herkes çok üzülmüştü. Ben de küçük yaşta bu olaydan çok etkilenmiştim. Bu çok acı bir şey. İnsanın çocuğunun kazayla ölmesinden, hastalıkla ölmesinden çok çok daha öte bir acı bu… Bunu yaşayan aileler nasıl baş ediyor bilmiyorum bu acıyla. Ben de kaçırılan ve kaybolan çocukların varlığına dikkat çekmek adına bir şarkıyla küçücük de olsa bir katkım olsun istedim.
En başta da söylediğim gibi, Kent Şarkıları olarak kendi imkanlarımızla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Şarkının kaydını bir şekilde tamamladık fakat bunun bir de klibe ihtiyacı vardı. Bunun için ekonomik bir kaynağımız yoktu. Ben de piknik tipi küçük bir fotoğraf makinesinin video özelliğini kullanarak öncelikle arkadaşlarımın/tanıdıklarımın çocuklarını çektim, daha sonra da şarkının finali için bir okulla anlaşıp, okulun öğrencileriyle geri kalanını tamamladım. O arkadaşlarımızla yaptığımız en özel işlerden biri olarak sonsuza kadar amacına hizmet etmeye devam edecek…
“Yalnızca çocuklara karşı bir hassasiyetimiz yok; bizim yokluğa, yoksulluğa, çaresizliğe, karşı bir hassasiyetimiz var!”
- İlkay Akkaya ile yaptığınız düet “Bir gökyüzü çiz” şarkınızda da konunuzun “çocuk işçiliği” olduğunu biliyoruz. Çocuklara olan hassasiyetinizin özel bir sebebi var mı?
Çocuklar savunmasızdır… Birçoğu kendini sözlü ya da fiziksel olarak ifade edemez. Bunların en başında da yoksul ailelerin çocukları gelir. Piyasada küçük yaşta çalışmaya başlamış çocukların neredeyse hepsi yoksul çocuklardır. Ve bu çocuklar küçük yaşlardan itibaren ezile ezile büyürler maalesef… Bir Gökyüzü Çiz‘de küçük yaşlarda çalışmak zorunda kalan, ya da zorla çalıştırılan o garip çocukların hikayesini anlatır. Yalnızca çocuklara karşı bir hassasiyetimiz yok; bizim yokluğa, yoksulluğa, çaresizliğe, karşı bir hassasiyetimiz var! Bunu yaşayan çocuk da olsa, yetişkin de olsa aynı şeyi hissediyoruz.
- Üç isim sormak istiyoruz: İlkay Akkaya, Cezmi Ersöz ve Nazım Hikmet.
İlkay Akkaya ile Bir Gökyüzü Çiz şarkısı için bir araya geldik Kent Şarkıları grubu olarak… Sevgili Yasemin Göksu tanıştırdı, sağ olsun. Onun öncesinde Kızılırmak zamanından beri hayranlıkla dinlediğim bir sesti zaten. Tanıştıktan sonra gördüm ki sesi kadar kalbi de güzel bir dost kendisi… 2015 yılında 1. Alternatif Müzik Ödülleri gecesinde “En İyi Grup” ödülümüzü kendisinin elinden almak şansına da eriştiğimizi belirtelim. İyi ki bir şarkıda buluştuk.
Cezmi Ersöz ile Çocuğun Düşü şarkısında birlikte çalıştık. Her satırı kıymetli onlarca kitabı olan değerli bir yazar. Değerli bir dost. İlk gençlik yıllarımdan bu yana okuduğum, takip ettiğim kıymetli bir yazar.
Nazım Hikmet Türkiye’nin denizidir! Çok yönlü bir edebiyatçıdır. Onu burada bir cümleye sığdırabileceğimi sanmıyorum, o haddi de kendimde görmüyorum açıkçası… Onunla aynı yüzyılda, aynı topraklarda yaşamış olmamamız ne güzel!
“Aşkı kavramanın bir yolu da ayrılıktan geçer.”
- “Hayat devam ediyor” şarkınız, depresyona ilaç gibi! Çok büyük dertlerin yahut aşkların ardından hayat devam ediyor elbet, ama nasıl?
Aşkı kavramanın bir yolu da ayrılıktan geçer. Bu şarkı da bir ayrılık deneyiminden beslenmiştir. O kavgadan güçlü çıkanın şarkısıdır. İlk vazgeçenin, ilk kabul edenin, güçlü olmak gerektiğine inananın şarkısıdır.
- Son olarak; 2019 yılında yapmış olduğunuz “Bir Şarkı Demle“ şarkınız yayımlandı. Bu yıl için bir sürpriz şarkı veya albüm gibi bir düşünceniz var mı? Yolunuzun devamında ayak izlerinizi takip edebilecek miyiz yeniden?
Bir Şarkı Demle, Gar Müzik’in Alternatif Sahne adlı bir proje albümüydü ve biz konuk olarak bir şarkıyla dahil olduk o albüme… En son 2017 yılında yaptığımız Sevgiden Yana adlı albümümüzün üzerinden 3 yıl geçti. Bu yıl birkaç tekli projemiz var. 2’sinin kayıtları tamamlandı. Yakın zamanda yayına hazır hale gelecek.
- Kent Şarkıları grubu olarak, Dünyaya ve Karma Türkiye takipçilerine bir mesaj vermenizi rica etsek…
Biz 2011 yılından beridir bir arada olan bir grubuz. 9 yıldır binlerce dinleyiciye ulaştık. Şarkılarımızı onlarla birlikte büyüttük. Kent Şarkıları dinleyicileri bizim için çok kıymetlidir. Aynı duyguları paylaştığımız o insanları özel insanlar olarak görüyoruz. Çünkü ortada bir duygu arkadaşlığı var. İnsanın duygudaşı kıymetlidir. Dinleyicilerimiz de bizim için kıymetlidir. Hepsine sizler aracılığıyla yeniden teşekkür etmek isteriz.
Karma Türkiye ekibi cidden nitelikli işler yapan bir ekip. Sizinle buluşmak bizi mutlu etti. Türkiye’deki bağımsız müzisyenlerin bir durağı daha olmuş oldu. Bu vesileyle sizlerin takipçileriyle de tanışmış olacağız. Başta Simge Hanım olmak üzere emeği geçen tüm canlara teşekkür ve selam olsun!
- Teşekkür ederiz, belki de karşı karşıya gelene dek; dostlukla ve sağlıkla kalın!